1 Aralık 2017 Cuma

0

Saklama Rehberi

                                          
Besinlerin kullanım ömrünü nasıl uzatabileceğinizi biliyor musunuz? Peki ya onları ne kadar uzun bir süre boyunca saklayabileceğinizi? Eğer siz de benim gibiyseniz, birkaç temel gıda dışındaki hiçbir besin için net bir fikriniz olmadığına eminim. En basitinden, sizce elma ne kadar bir süre saklanabilir? Lezzetini, sertliğini ve tazeliğini yitirmemesi için ne yapmak gerekir? Oturup her besin maddesi için internette araştırma yapmanıza gerek yok: http://saklamarehberi.com, tüm bu bilgilere tek bir kaynaktan ulaşmanızı sağlıyor.

Türkiye’nin ilk ve en büyük derin dondurucu üreticisi olan Uğur Soğutma tarafından hazırlanan (ve tamamen ücretsiz şekilde kullanılabilen) sitede; hamur işleri, süt ürünleri, meyveler, sebzeler ve et ürünleri ile ilgili merak ettiğiniz her bilgi yer alıyor. İlk olarak, tüm bu besinlerin ideal kullanım sürelerinin ne olduğunu, daha sonra da bu kullanım süresini nasıl uzatabileceğinizi öğreniyorsunuz. Tahmin edebileceğiniz gibi, derin dondurucu kullanmak tüm gıda maddelerin daha uzun süre dayanmasını sağlıyor. Ancak, örneğin karidesi derin dondurucuda saklayabilir misiniz? Peki ya yazın aldığınız, lezzetli ve sulu bir karpuzu derin dondurucuya koyup, kışın yiyebilir misiniz? Tüm bu soruların ve çok daha fazlasının cevaplarını Saklama Rehberi web sitesinde kolayca bulabiliyorsunuz. Hepsi bu kadar değil: Sitenin “Alternatif Bilgiler” bölümünde, evde kolayca hazırlayabileceğiniz birbirinden lezzetli tarifler yer alıyor. Evde nasıl mocha yapabileceğimi, meyvelerin kararmasını nasıl önleyebileceğimi, hatta unsuz kekin nasıl yapılacağını bile öğrendim. Laf aramızda, kot pantolonların derin dondurucuda temizlenebileceğinin de haberdar oldum! (Kotu fırçaladıktan sonra bir poşete koyup derin dondurucuda 1 gün boyunca bekletiyorsunuz.  Şaşırtıcı, değil mi?)

Türkiye’nin ilk gıda saklama rehberi olan http://saklamarehberi.com, beni şaşırtacak ölçüde bir içeriğe sahip ve her birini okumaktan büyük keyif aldım. Eğer sizin de bir derin dondurucunuz varsa, bu siteyi muhakkak ziyaret etmelisiniz. Derin dondurucunuz yoksa bile gıdaları nasıl daha sağlıklı tüketebileceğinizi, ne kadar uzun bir süre boyunca saklayabileceğinizi ve basit, pratik, lezzetli tarifler ile ipuçlarını Saklama Rehberi web sitesinden öğrenebilirsiniz.
Bir boomads advertorial içeriğidir.

5 Ağustos 2017 Cumartesi

1

Ne gelişini kucaklayabildim, ne gidişine ağıtlar

  Birilerine zaman tanıyacak kadar mükemmel olduğunu düşündün mü?
Şans verecek kadar yeğ olduğunu sandın mı ?
Öyleyse zamana ve şansa inanmayanlarla ilgili bir yazı okuyacaksın.

  Ben kimseye şans tanımadım zira bunun için önce benim birileri tarafından şans olarak görülmem gerekiyordu. Şans olarak gördüğümüz herhangi bir şey'in, yeniden olmasını ya da yenilenmesini istemeyecek kadar değerini biliriz(bilmeliyiz) çünkü. 

Biten bir şeydiyse bile, bittiğini anlarız ve o süreci kafamızda yaşar, gönlümüzde hisseder, bitmesine hayıflanmak yerine, yaşanılana şükrederiz. Tam zamanlı şans olmaz. 
Bir süre yahut daima & azalarak yahut daima şiddetli.
Böyle geride bırakmayı öğreniriz ve zaman aşımı budur., vedalaşır ve kendimizle barışırız.
Hadi gelin başlayıp, hımhızlı vedalaşalım.

  İnsanlığa inancımı biteli uzun zaman oluyor. Hatta bu inancımı daha çocukluktan sağlamca olduramamış bile olabilirim. Yaştaş'larım korku dolu öyküler dinleyip gerçek mi uzaylılar, filmdir o, diye çelişkilerle ürkerken, ben insanların korkunçluğuna kitabın sonuna bakıp hikayeyi öğrenmiş gibi çok erken aymıştım. WelcomeToWorld.. 10 yaşında bir çocuktum düşünsenize, insanlar hem kötüdür, hem iyidir diye düşündüğüm de.. Hala sabittir fikrim.

Yine de hep ''mış'' gibi yaptım. Umutluymuş gibi, inançlıymış gibi, sevgi her yeri sararmış gibi, barış mümkünmüş gibi. vs. vs.
Flu netleştiremediğim, belirsiz her olaya sırtımı dönsem de hep dibimde bitti.
Bu Tanrının beni sınama yöntemi, yaşamın bana sunduğu tekdüzelik, benim müşkül olgularım.
Bunları kabullendim ve bu kabullenişle yaşıyorum.
İnançsız ve belki de biat eden yanlarımla yaşıyorum.


  Fakat bunca karmaşanın, farkındalık  ve zorlamanın içinde bir tek aşka inancım bitmedi çünkü aşkın umutlu olmaya, inançlı olmaya, net olmaya ihtiyacı yoktu. Şansla ve zamanla olacak ve sağlam kalacak şey değil aşk. 
Engelsiz, yalın ve hisseden olmak yeterli. Vaatsiz ve beklentisiz çünkü aşk. Geçmişin takıntıları ve geleceğin merakına bulanmadan aşk şüphesiz yeşildir, öyle iç gıdıklayan, ılık ve yormayandır. Seni gelişmeye, üretmeye, inanmaya, umut etmeye iten her tüme varış muhakkak dolaylı da olsa aşktan geçer ve aşkla başlar. Zaten bütün ilkelliğimizle ne konumda, hangi vasıfta rütbede olursak olalım her zaman arayışımız ve yarım yanımız aşk'adır. Her şey aşk'ın varlığıyla dikiş tutar. Hepimize aşk'a küsmemek,  aşk'ı aramak ve bu arayışı daha çok sevip, keyifli kılmayı dilerim.


Bazen küsmen için çok zorlarlar. Güvenmemen, ışığını kaybetmen için uğraşırlar. Belki farkında da değiller.

Bazen o hissi yeniden, zorluklarla yakaladığında da yorgun yorgun aramaya devam edersin.
Bazen sadece ararken yorulmazsın, bulduğundan emin olmak için de yorarsın kendini.

   Denedim, ben de yordum, emin olmak için çok çabaladım. Yüreğinin kapısı bir kahvehane kapısıydı belki. Girmek ve çıkmak çok kolaydı. Girdim içeri dolaştım, dolandım, çıktım. Aşındırdım asfaltını. ''Buyur burada daha rahat edersin'' diyeceğin uygunca bir yer olur mu diye defalarca ziyaret ettim. Gönlümce ağırlanmadım.


  İlk buluşmada ellerimi ilk tuttuğun yerde son bulacaktı her şey. Böyle olmasını istedim ama çabalamadım. Yemek sipariş verdin. Yemeğini bitirdikten sonra konuşma niyetindeydim. Sana dokunmamak, seni öpmemek hepsi zordu ama daha zor olanı sana surat asmaktı.. Ki surat asmayı seven bir kadın bile olabilirimk, halbu. En çok seninle eğlenebilmeyi sevmiş olmalıyım. 


Olmuyor, dedim güçlükle dökülürken kelimeler
Durdun öylece ve  bizim kendimize ait kahvemiz var, peçetelerimiz, kibritlerimiz var, air hockeyimiz var air hockey, dedin. Oluyor işte hem de bal gibi oluyor, demenin örneklemeli haliydi bu fakat olmuyordu işte ve bunu, yani olduğunu içimizin derinlerinde saklayıp bellesekte kuruntular sızmıştı içimize gün be gün. Tek düşündüğüm ve tek isteğim ellerimi sımsıkı tutup ''oluyor, bak işte sana göstereyim'' demendi. Demedin. Demediğin gibi kalkmayı teklif ettin.. Kalktık, durağa gittik, otobüs geldi. Yüzüne baktım hala bir şey demeni bekleyecek kadar aptaldım, hatta gitme demeni bekleyecek kadar bile, aptaldım. Bindim, biner binmez uyuştu her yerim. Tekrar inmek sana sarılmak istedim, kızmak sana. Yapmadım. Çünkü gördüm ve anladım ki aramızdaki şey anlaşamamak ya da gurur değil, gizli şeylerin olmasıydı. 
Yüzme bilen denizden korkmaz, yüzme biliyorsun diye de deniz sana iyi davranmaz.
Aramızdaki tam da buydu.

Arkanızdan su dökeniniz var mı, tüküreniniz yok mu bunu bilememişseniz bu yazı hepimizin.

Biz birbirimize zaman tanımayı asla teklif etmedik, 
Kimsenin kimseyi şans gördüğü falan da yoktu.
Her nasıl bir şişeyle, ıslanacağımı bile bile  denize bırakılmış olursam olayım, 
Seni hep iyi anacağım.
Çünkü bütün kusur sandıklarınla,  şaşırtıcı derecede ve olağanüstü kusursuzdun.
Sen kocaman bir adasın evet ve öyle kalacaksın. 
Şükür.
                                                                                                    
                                                                                                                             Şimdilik Hoşçakalın  
                                                                                                                                       Mahinur

11 Haziran 2017 Pazar

4

BREAKİNG BAD - Walter White'ı sevmeyi beklemek













Breaking Bad izledin mi ?
Aaa izlemedin mi? 
Sen nasıl izlemezsin?
Al izledim. Hiç bir bok katmadı, sinirden başka.
Altmış iki bölüm boyunca küfrede küfrede sabredebilir misiniz ? Ben sabrettim Yo. 
Dizi yorgunuyum yeminle.
Sevmeyeceğimi bile bile kolumda serumlarla sabredip bitirdim.,
Sırf benim istediğim gibi bir son olduğunu görebileyim inadıyla sabrettim.

  İzleyenlerinin, koşulsuz bir biçimde Walter White fanatiği olduğu ve yine izleyenlerinin, izlemeyenleri adeta metamfetamin'le zehirlemek istedikleri dünyanın en korkunç izleyici kitlesine sahip dizisidir benim nazarımda. Dizi izlerken altta ki yorumları okumak asla adetim değildir ama bir şekilde kahretsin ki o lanet yorumlara gözüm takıldı, takılma sebebi de beni izlemeye zorlayan kişilerdi. Herkes mi aynı düşünür bir dizi hakkında ya, böyle bir şey olabilir mi ya
Diziyi birkaç sene evvel izleseydim bu kadar beğenildiğini bilmeden ve yorumları hiç görmeden belki sevebilirdim. Belki! İtiraf etmeliyim beni irite eden ''Diziyi izleyip Walter White'ı sevmek'' şartı.

  Breaking Bad'i yazmaya beşinci sezonun başında karar verdiğim için sezon sezon inceleyemeyeceğim. Kişiler, bazı dikkat çekici olaylar ve sahneler ve görüntü üzerinden yaklaşacağım. Elbette spoiler içerecek çünkü Breaking Bad izlemeyen son insan bendim.

 Pek değerliniz Walter White nam-ı diğer Heisenburg
    (Nam salmayı pek sevdiği için boş geçmeyim dedim) İlk bölümdeki Walter White ve son bölümdeki Heisenburg'un karakter gelişimindeki gibi bir örgüyü henüz hiçbir dizi film veya sinema filminde bu kadar derinlemesine izlemedim. Açık olmak gerekir ki; bile bu dizinin böyle sevilmesi için aslında yeterli. Walter'ın o karanlık dünyaya kimi zaman gönüllü, kimi zaman zorunlu olarak girmesi ama nasıl girerse girsin, karanlık tarafı hep çok ama çook sevmesi.. Bütün çıkmazlarda zekasıyla sentezlediği soğukkanlılığı ve aldığı kararlar-kusursuz planlar.. İzleyicinin haklı ve masum bilip bağrına bastığı W.W.'ın, ''ailem için'' niyetiyle araladığı uyuşturucu ticareti kapısından, en son meth pişirme tanklarını öpe-sarıla ölmesine kadar ki bu uçurum evreler arasında, seyirciyi de işin içine katıp adeta uyuşturup ''Walter White olsam'' hissinden bir an uzaklaştırmadan izlettirilmesine kadar.. Kendisiyle birlikte ağır ağır ailesini de bataklığa sürüklemesi, bunu hem kendini hem ailesini kandırarak yapması ve yolun sonu. Hepsi hepsi muhteşemdi.
/ Eveeet, sigara dahi kullanmayan çok sevgili Walter abimiz hastaydı,acilen para bulması gerekiyordu. Hepimizin, ölümene sahiplendiği o zekasını uyuşturucu üretmekte kullanması gerekiyordu! Karavanda bu işi yürütmeye başladığı zamanlar küçük çaplı bir sempati ve saygı duymuştum kendisine, yalan yok. Hatta bu yolda öldürdüğü ve asitte eritttiği o iki genç abimizi öldürmesini bile anlamıştım bir yerde ama bu anlayış benim için kısa süreli oldu. Bitmek bilmeyen egosu, hırsı ve bu işi, kendi yeni aksiyon dolu yaşamı için yaptığını ikinci sezonda malesef görüverdim. Benim talihsizliğim buydu. Tucoyla tanışması, onu beraber iş yapmaya ikna ettiği bölüm elbette hepimizde kimyaya, bilime karşı bir ilgi doğurttu. Tuco'yu öldürünce de hepimiz rahatladık, çünkü su testisi yine su yolunda kırılmıştı. Peki Walter'ında koşar adımlarla koca bir su testisine dönüşmesi ? Bunu es geçtik. Çünkü kahramanımız o bizim. 
Bölümler ilerledikçe Walter'ı sevmek için sebepler arıyordum ki Jane'in cinayeti girdi bu kez araya. Gerekliydi dediğinizi duyar gibiyim. Hiçbir şey ta en başından beri gerekli değildi. Artık bana göre işin tüm rengi değişmişti ve Walter için son ve kesin kanaatimi Jane'in ölümü ile birlikte netleştirdim. W.W. artık önünü alamadığımız bencil, soğukkanlı, kibirli, hastalıklı bir katile dönüşmeye başlamıştı. Bkz. Gustavo Fring'in ölümü ne kadar işinde usta ve tehlikeli bir katil olduğunun kanıtı. Küçücük bir Brock'u zehirlemesi zaten dozu ayarlanmış gibi bir mazeretin ardına sığınılamayacak kadar insanlık dışı. Mike'ı giderayak vurması. Bir tek Hank'i kurtarmak için çok çabaladı, eyvallah ama ya Jesse. Sevdiğini, sonuna kadar koruduğunu düşündüğümüz ortağı Jesse? Öldürtmek istemesi ?
  Adamın cinayetlerinin önünü alamamaya başlıyoruz ama hala fanatikleri mevzu bahis. Bir katilin fun'ı olunur, anlarım, bir uyuşturucu satıcısının fun'ı olunur onu da anlarım. Kötü adamları sevebiliriz ama birilerinin iyiliği için bunca kötülüğü yapanları? Benim tepkim de nefretim de buna. Dizi final yapmış, Walter ''kendim için yaptım'' demiş, Fun'lar hala ''ama ailesi için başladı'' şeklinde yorumluyor. afedersin akepelimisin? :)
 Adam sanki yaşıyormuş gibi, dizi karakteri değilmiş gibi sinirliyim hala yaa :) 
Bunlar sayesinde de sönmüyor nefretim.
  
    Artık beşinci sezonun sonuna doğru Jesse Pinkman ve Walter'ın çölde buluştuğu . Walter'ın Jesse'ye ''hadi git burdan, hayatını kur'' tabiri caizse ortalıkta çok dolanıyorsun dediği sahnede, Jessenin ağlayarak delirip ''Gitmeyi kabul etmezsem beni de öldüreceksin değil mi ?'' dediği sahneyi izliyoruz. W.W. Jesse'nin üzerine yürüyor, Jesse korkulu gözlerle öleceğinden emin sonra ki hamleyi bekliyor. Jesse ve sadece ben orada ne olacağını kestiremediğimiz için (ikimiz çünkü bizim dışımızda herkes Walter'a güveniyor) bile Walter'dan nefret ediyorum. 
  Yahut ''ailesini tek düşünen Skyler'', Gustavo cinayetinin olduğu gün, Hank ve Marie'nin evinde her şeyi bilerek susarken ve korkudan ölerek Walter'dan telefon beklerken adamın arayıp hiç bir şey olmamış gibi '' Her şey bitti. Ben kazandım'' demesi.. Herif sülaleden rahat. Zaten Walter'ın içindeki zehrini alelen açık ettiği bu sahne, Walter bencil değil, diyerek reddedenlerin bile gözüne gözüne sokmuştur. 
  Final bölümünde Skyler'a olan itirafıyla benim haklılığımı, ''ben demiştim'' seviyesinde arşa çıkardı.''Her şeyi kendim için yaptım'' YES BİTCH. 
GO and FUCK YOURSELF

Gelelim Jesse Pinkman'a yo!
Jesse uyuşturucu bağımlısı da olsa, keş diye güvenilmez olarak dışlansa da ben bu çocuğa hep güvendim. Jesse, Walter'a bakarak aydınlık taraf diyemem belki lakin ilk bölümlerden itibaren kabul edelim onun merhameti hepimizin sempatisini kazandı. Asla değişmedi. Olmadığı biri gibi davranmadı, olduğu gibi davranması da başına türlü belalar açtı. Duygusal çıkmazları çoğu izleyicisini sinirlendirse de ben özellikle o uyuşturucuya bağlı depresif halleri çok sevdim. Ailesiyle arasındaki kopukluk, onları çok özlemesi, kimseye direkt zarar vermek istememesi, çocuklar söz konusu olduğunda gözünü kararttığı, kimi zaman kendini siper ettiği o aşırı hassasiyeti, Jane'in ölümünden sonra ki bunalımları, dik başlılığı, özgürlüğünün elinden alındığında Brock için yeniden kaçmaya çabalamaması, çabuk dağılması, kolay toparlayamaması her şey, her şeyini seviyorum. Bir taraf seçilecekse Jesse diyeceğim..Yine yorumlardan okuduğum kadarıyla Jesse'nin, Walter'ı safdışı bırakıp Gustavoyla pişirmeye başlamasının üzerinde çok durulmuştu. Sanki Walter'ın Jesse'ye yaptıklarını bilmiyormuş gibi her şeye Walter'ın gözünden bakan o kitle varya o kitle. Jesse, Gustavoyla anlaşmasında zaten, ''Walter'ın başına bir şey gelirse anlaşma bozulur'' dedi. Demedi mi? Dedi. Walter N'aptı ? Ha ! N'aptı ?
Onca duygusal çalkantının içinde hep bir insani taraf. O kahrolasıca piyasa sana çok şey borçlu, teşekkürler JESSE PİNKMAN. Huzurlu bir hayatın vardır umarım.

Her Şeyi Bilmek Ancak Bu Kadar Ağırlık Yapar Kişisi, Skyler White Yine dizi yorumları diye gireceğim mevzuya fakat bu kısmen bir karşılaştırma, çemkirme yazısı oldu bile çoktan.''Siz hepiniz, ben tek'' cinsinden. Skyler'a edilen küfrün ben artık bir süre sonra seceresini tutamadım. Kadının çok görünmediği bölümlerde dahi kendisini anıp'' Skyler denen kaşar yoktu, ne güzel bölümdü'' yazmışlar hatta :) Herkes Skyler'ın Ted ile ilişkisine sarmış halde geçirdi resmen iki sezonu, yine benim aksime. Evet Skyler bunu yaptı, bu biraz yanlış bir seçenek AMA Skyler kocasından ayrılamayacağı için bir günah işlemek durumunda hissetti kendini. Bunun psikolojide kesin bir adı vardır. Bir günah işlerse eşit sayılacaklardı ve affedemese bile en azından evde kalmasına izin verebilecekti, bunu Junior Walter için yapacaktı. Siz elbette bunu tercih ederek görmediniz çünkü ailesi için uyuşturucu ticareti yapan, katil olan egoist bir adama tutuklu kaldınız ve namus namus diye atan kalpleriniz. Skyler'ın aldatmasını, kocasının can almasından, insan zehirlemesinden daha namussuz bir şey belledi. Şaşırmıyorum. 
   Yaptığı çıkarımlarla, iş hayatındaki başarıları ve prensipleriyle, Walter'ın onu kandıramamasıyla, duygusal dehlizlerden çıkması ve çıkamamasıyla kısacası zekasıyla dizideki favori karakterimdir. 
Bu da böle biline..

Dizinin kuşkusuz herkesçe sevilen ismi Soul Goodman Diziyi soğutan,ferahlatan karakterdir, net. Parayı sevmesi, dedektifler ve polislerle olan dialogları, Jesse'yi kontrol kabiliyeti, Walter'a olan sadakati, sıra dışı ara buluculuğuyla kendini göründüğünden daha çok merak ettirmiştir şüphesiz ki yeni diziye talep olmuştur. Seni Seviyoruz Soul Goodman.

Marie ve Hank Çifti
Marie'yi nedense tüm yaşanmışlıklara rağmen Skyler'dan daha mutsuz bir kadın olarak gördüm. Sebebi aşikar benim açımdan ama kanıtlarla gelmedim. Sevgili Hank Schrader kabul edelim ki Walter'a karşı çok delikanlı mücadele yürüttü.. Düştü ama asla yılmadı. Yine zekasını, kararlılığını, bakış açısını hep başarılı bulduğum istikrar dolu bir karakterdir ama şu Walter'ı iş üzerinde yakalayamadan öldün ya! Yattığın yer nur dolsun, Walter gün yüzü göremedi sevgili Hank Enişte, rahat uyu. Dünya yine kötü bir yer olmaya devam ediyor tabi Ha Walter'la Ha Walter'sız.

LYDİA ve GUSTAVO

Gustavo'nun o beyefendiliği, o kibarlığı takdire şayan. Hiç şüphe çekmeksizin uyuşturucu ticareti yapacak bir adamı o kadar gerçekmiş gibi oynadı ki o siyah insan teniyle. Hayran bırakan o soğukkanlılığı. Daha iyisi olamazdı, daha iyi de oynanmazdı.  Lydia'nın o gergin, tedirgin, takıntılı, hastalıklı uyuz hallerini de sevdim. İkisi de ne kadar kusursuz ve garanti iş yapmayı seviyorlardı değil mi? Tahmin ve isteklerim doğrultusunda, sonları da çok bulmak istediğim gibiydi.

SEVİLENLER

Filmin görsellerini, görsel gerçekliğini asla yabana atamam. 
Su götürmezdir bir gerçek ki her sezondan efsane sahneler çıkar. 
Mesela Gustavo'nun ölüm sahnesi benim favori görselimdir. Defalarca seyrettim ve seyretmeye devam edeceğim.. Atm ile adam öldürme, ilk sezonda küvette asitle insan eritme, karavanda benzinsiz kaldıkları bölümün tümü, Jesse'nin dayak yediği sahneler, kuzenlerin cinayetleri, Gustavo'nun soğukkanlı cinayetleri, Walter'ın kaçmak üzere eve geldiği, Skyler'ın paranın bir kısmını Ted Beneke'ye verdiğini öğrendiği o kısa delilik saçan sahne, bak o enfesti.. Aslında kısaca içinde aksiyon ve beyin olan her şeyini sevdim. Karakterlerin hepsini seviyorum. Ondan çokça bahsettim. Ve bir şeyi sevmek tümüyle sevmek olmuyormuş bazen, bu benim için ilktir. Burada keşfettim.
Sezon ve bölüm sayısı da abartmadandı ve final tadındaydı.
Aile bağları, ailenin ve huzurun her şeyden evvel oluşu finalde tümden gelim açısıyla beni doyurdu.
Parayı harcayamamaları. Haydan gelenin Huy'a bile gidememesi. FUCK THE MONEY


VEDA  Ay bir de kağnı gibi diziydi. Patladım. İzleyipte yarıda bırakmamak imkansızdı, zorla izledim, kimseye zorla izlettirmemeye and içtim. 4. ve 5. sezonlar daha akışkandı evet, kabul.
Zaten diziyi izleyenler ikiye ayrılıyor olabilir. İzleyip bırakanlar ve İzleyip W.White Fun'ı olanlar.
Ben sonuna kadar getirip Walter White Fun'ı olmadığım için endemik bir türüm yine kabul ediyorum.

Uyuşturucuyla ilgili sosyal içerikli mesaj vermeden örtüyorum.
Çok eleştirel oldu farkındayım. Tartışmak isteyen olursa seve seve.
Hoşçakalın.

MAHİNUR

14 Nisan 2017 Cuma

0

Ülkemiz, geleceğimiz adına korktuğumuz için HAYIR'dan korkmuyoruz.



     Yıllar yıllar önce mevcut hükümet seçildiğinde yaptıkları icraatler, izledikleri yollar, köklü muhafazakar değişikleri izleyip, hükümeti destekleyen arkadaşlarla tartışıyorduk. Bu tartışmaların sonu ''Arkadaşım bunların meselesi başörtüsü değil, başörtüsü senin benim meselem, bunlar sistemi değiştirmek istiyor'' diyerek bitirirdik. ''Olur mu sistemi değiştirmek, bu sistemle geldiler öyle şey istemezler, kuru muhalefet yapma, buna bizde izin vermeyiz'' diyenler, pazar günü sistemi değiştirmek için oy kullanmaya gidecekler. 
     Sekiz hükümet kuruldu, ne Barış oldu, ne istikrar, ne huzur. Hep askıda kaldı vaatler. 
Katliamlar, kadın cinayetleri, işçi cinayetleri, hukuksuz işe son vermeler ve ihraçlar, keyfi atamalar, sınavlardaki rezillikler, tarikatlarla anlaşıp devlete-orduya sokmalar,Derin devletler, Din ve devlet arasındaki uygunsuz ilişki, kanmalar-kandırılmalar, balyozlar, ergenekonlar, kcklar, pamuk ipliğine bağlı dış politika, sınırları delik deşik olmuş güzel vatanımız, devlet terörü ve teröre yataklık,  tutarsız ve korku dolu iç politika,  bizi hep teğet geçtiği söylenen ama esnafa kepenk kapattıran krizler, komplolar, gizli anlaşmalar, şüpheli ihaleler, medyayı üç maymuna döndürmeler, hukuka vurulan darbeler, kontrollü darbeler, tutuklu aydınlar, tehditler, zorbalıklar, yalanlar, hiçe saymalar, ölümler, şehitler, gözü yaşlı kadınlar. HIRSIZLIK.
      Ali İsmail'i, Berkin'i, Abdocan'ı, Mehmet Ayvalıtaş'ı,  Ethem'i, Ahmet Atakan'ı, Medeni Yıldırım'ı, Hasan Ferit Gedik ve Dilek Doğan'ı ve diğerlerini katleden ve yetkiyi veren bu sisteme elbette daha fazla yetki vermeyeceğiz ve HAYIR diyeceğiz .
      Nenelerimizin, dedelerimizin dişi ve tırnağıyla kazandıkları hakları, sandıkta bir mühürle  vermeye HAYIR diyeceğiz.

    15Temmuz sonrası, bir devlet kişisi ciddiyetinden kıtalarca uzak bir tavırla ''Kandırıldım'' diyerek dünyanın en çabuk sıyrılma mazeretini kullandı. Oysa kendi politik ahlakı, kendini destekleyen akılları sürekli kandırmakla iç içe. Milletin aklı ve vicdanı, seçtikleri kişinin kandırıldığına kanmak istese de, bugün de meydanlarda tekrar güçlü durduğunu göstermek için ''Siyasi hayatım boyunca ne aldanan oldum ne aldatan'' deyiveren birine döndü, yine aynı millet ''bu ne akıl, bu ne hız'' demiyor. Siyaset kişisi kararsız, Kandırıldı mı, kandırılmadı mı?, daha bunu bile ayıramıyor, 
Beni her izlediğimde şaşırtır sağolsun, Ulan geçen gün böyle diyordu deyip omuzlarımı düşürürüm, siyaset kişisinin bende yarattığı etki bu. 

Neden HAYIR diyorum biliyor musunuz ?
   Başbakanlığından tutun da, Cumhurbaşkanlığına kadar yaşanılan onca zorlu yılda, her seçim sonrası T.B.M.M.'de şerefi ve namusu üzerine tarafsızlık yemini eden bu siyaset kişisi 16.Nisan günü T.B.M.M.'de bir daha yemin etmek zorunda kalmayacağı bir anayasa hazırlıyor ve referandum uğruna da olanca hırsıyla bir taraftar, bir holiganmışçasına kamu kaynaklarını seferber ediyor, devletin kesesini de çıkarları uğruna ağzına kadar açıyor.  
Peki rahatlıkla, ''Kandırıldım'' diyebilen bir Cumhurbaşkanını Adaletinde üstüne çıkarmaya gerek var mı? HAYIR Mecliste ettiği yemini bile tanımayan bir Cumhurbaşkanının, ülkenin seçilmişlerinden oluşan meclisini tanımadan yönetmesine gerek var mı ?  HAYIR

    Bence sırf bu iki soru işareti bile, anayasadaki (18+1) maddelerin teklif edilmesine dahi karşı olunmasına gerekçe olarak, yeter de artar.

    Meydanların ismini değişime uğratan milli irade terimi, meclis demektir.
Demokrasiyi ileri götürdük, bizim için esas duruş milli irade duruşudur deyip, milletin seçtiği kişilerin yerine, tek adamın herhangi birini, herhangi bir zaman, herhangi bir yere ataması için yetki vermeye gerek var mı , tabiki HAYIR ,

''Bağımsız ve tarafsız yargı için evet'' diye reklam yaptığı ama aynı tezatlıkla, anayasa değişikliğiyle yasamanın yürütmeyi feshedemediği bir sistem oluşturulduğu, her şeyi tek adama bağladığı için HAYIR. (Bunca yetkiyle kim olursa olsun tarafsız olamaz.) Kuvvetler ayrılığını ortadan kaldırıp bağımsız olmaktan bahsedebilirsin de tarafsızlıktan HAYIR. Yeni anayasayla kanunun üstünlüğü değil de, üstünlerin kanunu tanınacağından HAYIR. Kanunlar yerine, KHK'lar keyfe göre işleyeceği için HAYIR. Bizler hukuğun üstünlüğü ve kuvvetler ayrılığı nedir çok iyi bellediğimizden, kabineyi tek adam seçeceğinden HAYIR


Bayrakların-Billboardların evet içeriği  hep ''birlik için, dirlik için, vatan için, millet için '' sloganalarıyla kuşatılmış.. Anladıkta bu şartların, koşulu ne ?  Ayriyetten bunlar evet demek için değil HAYIR demek için sebep.. Ben çekimser olsam, araştırsam neden evet demeliyim diye sorsam, yukarıdakileri için için, için için diye sıralayan bir gönüllüye üzgünüm fakat (batman slap) --------->
Bir de şey var, ''yeni anayasanın 18 Yaşında Seçilebilme Hakkı vermesi''. Üzgünüm halkcım ama yine bunda da evet demek, senin için  iyi bir sebep yok hatta yine tam da HAYIR demelik. Zenginin, parası olanın askerlikten yırtmak için bu madde ile yatırım yapmasını sağlamak demek bu. Bakın hükümet partisinin içindeki ortalama vekil yaşına, bu vaati bu kadar kullanmak için sizce de fazla yaşlı değiller mi ?
 Bunların sahteliğine itaat etmeyi bırakın, inanmayı değil inanıyormuş gibi yapmayı da. 
HAYIR' da umut var. Geleceğimiz HAYIR'da.

  Velhasıl Kelam uzatmayacağım. Üzgünüm, bıkkınım çünkü ülkede her şey yine olanca çirkinliğiyle sürmekte. Referandum var, evet-HAYIR seçenekleri var ama ''HAYIR diyen vatan hainidir, şerefsizdir'' tehditleri, karalamaları yine ve hep var. Bir tek düşünce ve ifade özgürlüğü yok.
Bizler Nazımın Dizeleriyiz ve evet ''Nazım Hikmet Vatan hainliğine devam ediyor hala''

    Referandumda taraf olacaksa, taraflarının parti başkanlarının olması gerekir. Gerekmez mi?  Gerekir.  Partiler üstü olan birinin, bakınız son güne kadar taraflı hareket ediyor olması, millet sevdalısı olduğunu değil tek adam olma sevdasını gösterir. (Evet sürekli bundan bahsettim ama bu meseleye takığım, mecliste her başbakan seçildiğinde  ''tarafsız olacağıma namusum ve şerefim üzerine yemin ederim''  diyen, balkon konuşmalarında bu defa 80 milyonu kucaklayacağım diyen bir siyasi kişisinin bu yemini tutmayışına ben delice takığım.) Ve Binali başbakan kalsın diye HAYIR.
   

    Hala seçeneklerde kararsız ve çekimserseniz Üniter Devlet ve Başkanlık sistemi yapısını incelemenizi tavsiye ederim. ''Başka adam mı var, yok bu yüzden Tayyip'e oy veriyoz'' diyen arkadaşlarım şimdi (tayyip'e oy vermiyonuz da) şöyle düşünelim, 'ya başkanlık sistemine geçilir, Tayyip Bey (ölmez de hani) eceliylen ölürse ve Kılıştaroğlu gelirse sistemin başına' ... (think)
Bu kez desteklediğiniz partiye değil, anayasanın hatta sistemin değişimine oy veriyoruz. Lütfen öngörülü ve hassas hareket edelim . 
Ve doğrudur, şimdi HAYIR demezsen bir daha senin tercihlerini önemsemeyecekler. 

Demokratik yollarla desteklediğiniz partiye oy verin seçilsin, seçilmesin.
Bu defa kavgamız mevcut sistem ve düzenimizi korumaktır.
Çok sesliliğin bize verdiği o geniş yelpazenin ılık esintisine çevirin yüzünüzü. 
Umut edin, çağdaş, daha özgür bir ülke hayal edin. 
Hayır'ı isteyin en çok çocuklarımız, yarınlarımız için dileyin.
Lanet olsun yine Türkiye için korkmaya devam edelim Türkiye'den değil.


HAYIR'da HAYIR var.

OY VER.

6 Mart 2017 Pazartesi

0

İSTANBUL KIRMIZISI

 
Ferzan Özpetek filmlerini her zaman severek takip ederim ama İstanbul Kırmızısı bir başka oldu.
                         Birincisi uzun zamandır böyle güzel Türk filmi seyretmedim.
            Ve ikincisi izlediğim en iyi yazmak konulu filmler arasında iddaalıca yerini aldı.
   
   Film öncelikli hedefi bizi, Deniz karakterinin nereye gitti, öldü mü, ha çıktı ha çıkacak diye soru işaretlerine ve meraklara boğması. Neredeyse bir saat bu gizemin peşinden koşup duruyoruz çünkü kitabı basılacak ünlü yazar nedensizce ortadan kayboluyor. Bende eğer filme gittiğim arkadaşım gibi filmin sonunda da ''nerde lan bu Deniz'' diye hala Denizi aramaya takılsaydım bu kadar zevk almazdım sanırım.

   Türkiye'nin politik katmanları, toplumsal çeşitliliği filmin her karesinde gözümüze sokulmaya çalışıldı. Burada kendimce, Türk Yönetmen'in filmi değil de , İtalyan yönetmen'in Türkiye'deki filmi manşetlerini oluşturdum. Fazla eleştiremedim.. Cumartesi annelerinden tutunda, evsiz kalarak İstanbul'a sığınan kürt bir aileyle, otogarda askere uğurlanan Türk bayraklı bir gencin aynı yerde olduğu sahneye dek ağır şekilde göze batırmıştı.. Sanki biraz sonradan serpiştirilmiş gibi duruyordu fakat bana batmadı hatta ben bize farkettire farkettire senaryoda olmasından hoşlandım bile.

   Tuba Büyüküstün'ün oynayamamasına da değinip güzel izlenimlere geçeceğim.
Sevgili Nevalciğimiz resmen oynamıyor, okuyordu.Oyuncu aceleye gelmişte, elimizde bu varmış gibiydi. Rol veya karakter değil bu direk başarısızlık benim tanımlamamda. Orhan ile Neval'in tanıştığı gece vasattı Tuba. Dip .. Orhan karakteriyle masa da flörtöz bakışmaları haricinde oyunculuğa dair hiç bir şey yakalayamadım. Tipik dizi oyuncusu dedim Ezdim durdum,. 

   Gelelim filmi sevmeyen genel kitlenin bana göre neden sevmediklerine.
Yukarıda da dediğim gibi filmi Deniz, Neval ve Yusuf arasındaki dialoglardan yürütmeye kalkışanlar bu sevemeyen, anlayamayan arkadaşlar. Evet elimizde kitabını bitirmeye niyetli Yazar Deniz ve arkadaşları var, tabiki senaryo bizi buraya çekiyor. Yusuf karakterinin amacı, neden orada olduğu, ne diye bir anda soğuk bedeninin yıkandığı (uyuşturucudan öldüğünü tahmin etsem de) benim içinde kaostu ama çok takılmamaya çalıştım. Hatta bir ara cenaze sahnesinde  ''Deniz aslında Orhan mı ? Şizofren mi lan bu?'' diye işkillenmedim değil :)
Bu üç karakterin ilişkilerini anlamamız için hiç açık kapı bırakılmamıştı ve ben tüm eleştirilerin buna olduğunu görüyorum. Eh haksız da sayılmazlar. Ferzan, oyuncu kadrosunu arşa değdirerek çok sevdiğimiz oyuncuları seçtiği için biz bütün karakterlerin de hikayelerinin olmasını aradık. Beklentiyle gittik filme yani. Bu da seyirci hatası.

    Gelelim kitabına bağlı kalmadan sadece filmi 8/10 puanıyla değerlendirme sebeplerime.
Evet bende beklentiyle gittim. Benim beklentim Halit Ergenç'in oyunculuğu ve Ferzan bu kez ne yapacak beklentisiydi ki bu doğru beklentiymiş :D  Film bittiğinde tüm o kaosun, cevapsız hikayelerin aslında Orhan karakterinin yeniden yazması için, yeniden sevmesi için hatta belki de bir kitabın karakterinin olduğunu keşfetmesi için olduğunu görünce anladım ki ben  tezgahı sağlam yere kurmuşum :) Filmi götüren kim ne derse desin Halit Ergenç'in dipdiri oyunculuğu, senaryoya kendini adaması olmuştu. Yine gönlümde taht üstüne taht kurdu.
Ya o Serra Yılmaz'ın tatlı sert, yerinde oyunculuğu. Zerrin Tekindor'un karizması.
Ne kadınlar ama !

    Evet senaryo birazcık karışık, diyaloglar ise bu karmaşıklığı daha da zorlaştırıcı.
Ben filmin o düğümü açabileceğim tarafından tuttuğuma inandığım için çok sevdim. Kusursuz değildi ama ilk kez bir yönetmenin gerçekten ne demek istediğiyle ilgilendim ve kendimi filmin içinde hissettim. O martıların görüntüsünün, İstanbul'un hatrına severdim zaten filmi.

  Film bitince zaten delirircesine zevk almışım, bir sürprizi de jenerik müziğini çok sevdiğim canım kadın ''Gaye Su Akyol'/ Kırmızı Rüyalar'' seslendirdiğinden  gitmeden ezber etmişim bağıra çağıra salonda söylüyorum falan. Birkaç kişi bana dönüp kim söylüyor bunu deyince ben ta en arkadan en öne ''GayeSuAkyol'' diye bağırdım, bir kitle var, kendi köşelerinde dans etmeye başlamış '' geride ne han kalır ne ham mam''diye diye..

 ''Ankara'nın Griliği-İstanbul'un Kırmızısı'' dedim.

 Emeği geçenlerin emeğine sağlık. Gidin gidin, izleyin. 
 Ferzan Özpetek'ten hep daha fazlasını, daha fazlasını isteyeceğiz.


https://www.youtube.com/watch?v=BJqMaGd0vlM / Music

https://www.youtube.com/watch?v=uQhsbHpHY8A / Trailer

1 Şubat 2017 Çarşamba

2

Acil çıkış kapılarını ardında sürükleyen kadınlar

  Küçücük bir kahve molası verdim.
Isınmama bile yetmeyecek kadar dar zamanlı bir mola. Yine de en sevdiğim cam kenarında battaniyemin altına giriverdim. En küçük bir keyif anını bile her şeyiyle yaşamaktan yanayım.
Cam kenarı seviyorum ben. Sadece otobüste de değil ya da kapalı bir yerde olmama ihtiyaç duymaksızın. Bir parka girdiğimde, hatta derin bir mavilikte..
Kendime hep bir cam kenarı ararım. Arar bulurum.
Acil çıkış kapısıdır cam kenarı. Emanet hayatlarımızın, emanet fikirlerimizin güvenli çıkışı.

  Zor tabi böyle cam kenarına bağlı yaşamak ama tetikteyiz hep biz, bazılarımız.
Kaçabilen kadınlar zaten kendine başka başka, cam kenarları seçebiliyor ya da sunuluyor. Kendisini üzmesine izin vermeyeceği, başka bir yere anında kaydığı cam kenarları daima var. 
Ama ya kaçamayanlar? 
Onların yalnızca bir adet cam kenarı oluyor, seçimsiz.
Bu kaçamayan kadınların acil çıkışları olan mutfakları var.

    Acil çıkış kapısı, mutfakları..
  Onların önce tam bir kadın olmak için açtıkları mutfakları olur ve sonra da tam bir kadın kalabilmek için kaçtıkları mutfakları. Bütün hayatları bu iki farklı mutfak arasında geçer. Her duygusunu zorla dinlettirdikleri tencereleri olur onların mesela. Her karnıyarık yaptıklarında da mutlaka bir yerlerini yaktıkları derileri olur, canları gibi.. Keyifli günündeyseler kek yaparlar ve kabarmasını izlerler, pişmesini.  Salatayı yaparken artmasın isterler, tam yetirmeye çalışırlar, kendilerini böle böle ailesine yetirmeye çalışmaları gibi. Bütün evi bu mutfaktan yönetir lakin kendini evin o diğer odalarına bölemez bir türlü. Başka çıkış yolu bilmez. 
Daracık bir alanda bölünür de bölünür.

  Nerden çıkarıyorsunuz bütün kadınların korunmaya, sahiplenmeye ihtiyacı olduğunu ?
  Niye durdurdunuz ama diye başlayacak cümleleri ?
  Nasıl da eminsiniz kadınların yalnız başına başaramayacakları işler olduğuna ?
  Neden ihtiyaç duyarsınız siz konuştukça karşınızda sinenlerin olmasına ?
  Ne zaman bitecek içinizde bu üstünlük hissi, sevgisizlik hali ?

  Sıkıştırdınız, susturdunuz, ezdiniz, yalnızlaştırdınız. Hep versin istediniz, hiç doymadınız. Dövdünüz, tehdit ettiniz. Susmamasından şikayetlendiniz, sussa da değişmedi şikayetleriniz..  Nefes almak istemeye dahi kalksa öldürdünüz. Çocukları, babalarının öldürdüğü annelerini gömmeye gitmesine neden oldunuz. Nefretle büyüttünüz onları da. O öve öve bitiremediğiniz soy isminiz, şanınız yürüsün diye büyüttüğünüz, anaları doğurdukça sırtınızın sıvazlanma sebebi sevgisiz çocuklarınız. 

 Taciz, Tecavüz, Katliam. Şiddet bir türlü bitmeyecekti. Çünkü ''Erkek Adamlar'' var çevremizde. Kanıtlamaları gerekiyor erkek adamlıklarını. Yöntemleri bu Şiddet.

  Nefes almak için kendimizi ne kadar zorlarsak o kadar tekme yiyeceğiz belki evet ama öğreneceğiz. Bütün tekmelerin sonunda, her seferinde daha da yakınımızda bulabileceğimiz bir acil çıkış kapısı olacak. Dilediğimiz gibi bir hayat yaşamak adına bütün acil çıkış kapılarını ezber ettik biz. Biz kim miyiz ? 

  Suyun içinde oradan oraya savrulmayı reddedip, su yüzünde olmayı seçenleriz. Dalgalara yön verenleriz. Eğer yeryüzünde özgürce yaşamak fikri büyüyüp saracaksa kainatı, biz bu kainatı bu fikre bulayacak olanlarız. Birileri özgür olacaksa, en çok hak eden tarafız biz.  Biz özgürce yaşamak uğruna, susmayacak, sinmeyecek gerekirse yeri de göğü de bir edecek olanlarız. Ve özgürlük fikrini aklından kazımış her kadına nefes aldırana dek durmayacağız.
Biz acil çıkışın nerede olduğunu daima hatırlatacak olanlarız.

Otobüste şort giydiği için tekmelenen, hamileyken parkta yürüdüğü için şiddete maruz kalan kadınlarımıza ve daha nice fiziksel, psikolojik şiddet görenlerimize ithafen.  
                                       
                                                                                                       Umudumuz Sönmesin. 

7 Ocak 2017 Cumartesi

0

Günlük Yüz Temizleme Rutinim ve El&Vücut Kremlerim

Bioderma white object (Bunu yapan insan olamaz dediğim üründür.) Merhaba, bir ekşi yazarı gibi giriş yapayım dedim :) Böyle bir boy şişe tahminim üç aydır elimde, her gün kullanıyorum fakat sanırım yarıya yeni düşmüştür. Yüzümü temizleyince her defasında ''yok bir iki gün temizlememe gerek kalmadı'' hissi verir. Öyle bir şey. Estee Lauder'ın benim beğendiğim zamanlardaki eski temizleme jeliyle aynı etkiyi ilk kez yakaladım. Resmen yüzüm suyla arındırırken bir yandan gıcırdıyor. Hani ince cam bardakları musluğun altında yıkarken bir süre sonra bir ses çıkarır ya, temizliğin sesi. Hah işte o sesi yüzünüzde duyuyor, temizliği hissediyorsunuz. Alırken lekeli ciltler içinmiş, renk açıyormuş falan bin tane yorum okudum ama benim yorumum; aşırı temizlemesi dışında cildimi ışıl ışıl parlatması. Okurken ''Bu kadar mı iyisin mübarek ?'' diyebilirsiniz, az bile söylüyorum. Elinizde nasıl bir ürün olduğu, fiyatı veya miktarı hiç önemli değil. Hemen atın ve koşarak Bioderma'ya sarılın. Ben tabi ki Nur Bilen Yavuzer tavsiyesiyle aldım. Nur ne derse pişman olacağımı sanmıyorum, cildimizde benziyor çok şükür. Ben de kendimi bu sebepten avantajlı görüyorum. Bu büyük boyunu üç ay önce 47.00 TL gibi bir fiyata aldım. Elime iki kere sıkarak masaj yaparaktan yüzüme iyice yediriyorum. İçinde çok ince yapılı partiküller var ve buda aynı zamanda peeling etkisi yapıyor. Dolayısıyla ayrıyetten bir peeling ürünü de kullanmıyorum. Derinlemesine temizlediğine eminim,ondan canım. Masaj yaparak uyguladıktan sonra, 10 dk yüzümde bekletip, soğuk suyla yine masaj yaparak duruluyorum. Bu ürün piyasadan kalkana dek yüz temizleme ürünüm budur, değiştirmeyeceğim.  Tişikkirler Biidirmi :)




Neutrogena Yağsız Nemlendirici

İki sene kadar oldu yüz nemlendirici olarak bu ürünü kullanıyorum. Çok paralar vermek bir nemlendirici için hiç bir zaman mantıklı gelmedi bana, şimdilik. Genelde indirimlerde çift çift alıp koyuyorum. Tanesi 15.00 TL'ye falan geliyor sanırım.İki ay önce yine Nur Bilen Yavuzer'in Snapchat'te, yağlı ciltler için çok uygun yapılı bir nemlendirici, dediğini duydum. Sağlaması da sağlam yerden geldiği için devam. Yüzümü temizledikten sonra Neutrogena ile nemlendiriyorum. Hem hafif hem sivilcelendirmiyor. Vazgeçilmezim değil ama dediğim gibi şimdilik ihtiyacımı görüyor.









 Madecassol, Normal şartlarda leke, uçuk, çatlak iyileştirme de kullanılan bir hücre yenileyicidir. Ben çok ağır sivilce izlerim varken tanıştım, lekeler tedavi olmadan evvel o lavanta kokusuna aşık oldumi sonra da işlevine. Benim üç günde bir kullandığım nemlendiricim artık kendisi. Annanem de nemlendirici olarak kullanırdı ama ben yine Nur'un tavsiyesiyle başladım. La Roche Posay'in de bir Hücre yenileyici kremi var, merakımda. Onu da kullanıp yazacağım. Bilen, kullanan varsa bir yorum alırım.









Neutrogena El Kremleri 

Ankara'nın ayazında gelip gönlümüze taht kurmuş kremlerdir.  
Böğürtlenli Bakım Kreminin kokusunun hastasıyız yapısı ince, 
güzel nem veriyor ama sanırım kullanımını beğenmesem de
 ellerimi güzelleştiren kış aşkı serisinin bu kırmızı kapaklı el 
kremi. Acayip zor sıkılıyor, hatta yardım istiyorum o derece.
Kalın yapılı, merhem gibi, zor sürülüyor ama uzun süre nemi ellerimde tutuyor.İkisini de ayrı ayrı beğeniyorum.
Bir el kremine göre de hiç uygun fiyatlı sayılmazlar. 
Ama değerler.



 Bioderma Atoderm Lip Stick

2. Bedava kampanyasından yararlanarak, iki ürünü sanırım 28.00TL' ye aldım. Beğendim ben o dudağı adeta parafin gibi kaplayan parıldamayan lipstick'leri seviyorum.  Bioderma da öyle bir ürün çıkarmış. Tavsiye yine Nur'dan.Nur'dan tabi kızmayın. Ben kendim keşfetmiyorum, zira bloğumda böyle bir kozmetik, cilt bakımı bloğu değil. Sadece beğenilerimi paylaşmak istiyorum. Bir ara şans verin derim sevgili lip stick'imize ;)





Limon Yağı, Çok farklı bir kullanım yeri için almış olsam da fazla geldiği için ''ay bunu nereme sürsem'' diye google'da bir bilen'e danıştım. Kışın topuklarımda çatlaklar oluyor, bu kullanım alanlarından biriymiş, hakikaten düzenli kullandım ve bir kaç haftadır çok rahatım. Dişlerimi fırçaladıktan sonra haftada iki kez diş beyazlatıcı olarak kullanıyorum. Bir kez de banyodan sonra tonik niyetine yüzüme sürdüm. Yastığıma damlattım, güzel kokuyor. Burner'lerım var ona damlatıyorum oda şahane kokuyor.
Geçen bir de deli bir sivilcenin eşiğinden beraber döndük, üstüne bastırdım, büyümeden sönüverdi. Valla yağlar en iyisi hacı galiba.
Kocakarı yağlarında türlü şifalar. Limon lovers :)









Neutrogena Vücut losyonu Nivea'yı aldatarak ilk kez bu yazıda da yoğunlukta olduğu gibi Neutrogena'yı seçtim iyi de ettim. Yani yatıştırıcı, sıkılaştırıcı hiç bir özellik gözetmeden kokusu ve yapısını beğenerek aldım. Norveç böğürtlenliye benziyordu kokusu. Bir dahaki sefere bunu değil böğürtlenliyi alacağım (kokunun cazibesinden) ama bu istediğim nemi veriyor kurutmuyor da iki günde, Ankara gerçekten soğuk çünkü.




Yüz temizleme rutinimde Nivea'nın canlandırıcı toniği de var ama hiç bir halta yaramadığı gibi canlandırıcılık hak getire olduğundan kalabalık etmek istemedim. Resmen israf.
 Burun kenarımdaki nadir görülen siyah noktalar içinde BİM'in siyah nokta bantlarını kullanıyorum.Eskisi gibi burnumu kavramadığını düşündüğüm için o da yukarıdaki güzel listede yok.
Güzel bir göz çevresi maskesi, kremi, serumu tavsiyesi olan varsa alırım. Şişlikten şikayetçiyim. 
Sabırla ''ne yazmışsın arkadaş'' deyip uzun yazılarımı okuyanlara çok teşekkürler. Emeğinin ne şekilde olursa olsun karşılık bulması ne muazzam :)
Görüntülenmelerimiz bol olsun ..